19 Şubat 2009 Perşembe

gözlerini arayan kadın




Çoğuna sorsanız, birbirini tekrar eden günlerden biriydi. Her gün gibi bir gün..
Oysa bazıları biliyordu ki, her gün aynı değildi. O gün de öyle..
Sahne, her sabah olduğu gibi perdelerini açmış, oyuncular o günkü rollerini giyinerek sokağa çıkmışlardı. Çıplak sokağa asılmış masklar geçidi gibiydi insan yüzleri kaldırımlarda..
Gözler birbirini görmüyordu oysa. Ses kalabalıkları arasında kayboluyordu gözler..
Gözler birbirine dokunmadıkça, konuşmanın bir tarafı eksilip gidiyordu.

Hep bir kaçış..

Hayattan gözlerini kaçırış..

-tragedya-


Gözlerini kaybetmişti kadın, işte böyle bir sabah..
Doğumla ölüm arasındaki parkurun bilmemkaçıncı kilometresinde ansızın durdu.
Gözlerinin yerinde duran iki kocaman boşlukla dönüp ardındakileri görmeye çalıştı.
Zaten ardında bıraktığı yol o kadar kavisliydi ki, istese de göremeyecekti çoğu şeyi..
Görüntüler uzaklaştıkça daha da netleşirken, yakına geldikçe bulanıklaşmaya başlayacaktı.
En arkada bıraktıklarını, en önce bulacaktı.
Kayıplarına ağlayacak vakti yoktu. Zaten gözleri de yoktu.
En başa döndü.. Yola çıktığı andaki çıplak yalnızlığına sarıldı.
Sadece içte yaşanan, ilkel bir acıydı yalnızlık..
Yığınlar arasında, sana ait tarafların, benzemezliklerin, aykırılıkların..
Kısacası kuşatılmış, törpülenmiş, yassılaşmış taraflarındı yalnızlıkların.

..ve yolun herhangi bir yerinde mutlaka karşılaşıyordun kaçmaya çalıştığın bu gerçeklikle.
Eninde sonunda kendine kalışlarında mesela..
Ruh ise o zamana kadar bir süzgeç gibi işlevini görmüş oluyordu çoktan..
Adına yaşanmışlık denilen karışımdan tortular bırakıyordu ellerine..
En büyük kalabalığının kendi iç dünyasında olduğundan bihaber, kendisiyle konuşmayı bilmeyen akıllı (!) insan, etrafında kimse kalmadığında, tükendiğini düşünüyordu.
İç sesini dinlemeyi, ona sorular sorup yanıtlar almayı bilmediğinden, yolunu kaybettiği yanılgısına kapılabiliyordu kimi zaman..
Oysa yol kendisiydi..
Hayatı ise her sokağı kendisine çıkan bir şehir..
..ve şehrin en ücra sokağının kayıp feneriydi artık gözleri..
Algı ile göz arasındaki bağlantıyı düşündü.
Gözü olan her canlının algı kabiliyeti yoktu.
Bir deyim aklını delip geçti o sırada..
Hayata gözlerini açmak..
yeniden açmak..
yeniden..
Hayata açacak yeni bir göz bulabilir miydi bir gün?
Yüreğinden geçen senfonileri dinledi kadın..
Dört Mevsim'in kaçıncı konçertosunda olduğunu anlamaya çalışarak..
Gözleri sımsıkı kapalı, ritmin coşkusuna bıraktı kendini..
İLKBAHAR'da takılı kalmıştı kalp atışları..

5 Şubat 2009 Perşembe

yarına kaç var?


durgun bir deniz gibi ilkbaharda
asude bulutun gözlerinden taşan
akşam med-cezirleri şarkı söylüyor
maviyle iğnelenen uzak yakalarda
umudun ayakuçlarında dalgakıran
ve arkasında incecik bir acemaşiran
kırkikindilerle büyütüyor sevdayı
cümlelerin sustuğu yerde başlayan
aşka boy veren erguvan ellerin
uçlarında bir demet ada kokusu
geceye yazılan en güzel ezgi
paslı geçmişe saplanan hançer
-acımadan kanatmakta yarını-
bir nefeslik ömür gibi susuşlarında
zamanın hayata bu aymaz sarılışı
sanki kaygısız bir ölüme merhaba

ve öyle içten soruyor ki kalp atışların:

"söyle..
her sabah söyle..
yarına kaç var daha?"

3 Şubat 2009 Salı

bir akşam masalı


karanfiller dökülüyor sözcüklerinden
kırmızı yağmur kokuyor her yan
gülüşünle yıkanıyor ebruli hüzün
iki yürekte tek vuruş gibi sevdan
bire on veren acılar arazisinde
avuç içlerime mutluluk ektim dün gece
düş ağacına ilmek ilmek asıldı bakışlarım
albümden taşan çocuk oldu fotoğraflarım
seyrettim iki hüznün yan yana duruşunu
ve iki yüzün aynada kayboluşunu
ateşe düştü kızıl sancısı aşkın
masmavi bir isyan yandı gözünde
mısra mısra ağladı adımlarım
bir şiir, bir hasret, bir de sen vardın
penceremden sabahları topladım
hayaller koydum kokla diye vazoya
ve seni yazdım kaderin keskin kalemiyle
geleceği meçhul geleceğin satır aralarına
aşkın sonu gelmez upuzun destanına bir de
kaldırıp sersefil günlerini dünün
anılar şelalesinin sularına bıraktım
yeni bir son verdim bu hikayeye
gülerek ölmek de varmış desinler diye
iki dramdan bir mutlu son çıkardım