30 Kasım 2008 Pazar

anı&an

kimileri nefes aldığı halde yaşamazken,
kimileri nefessiz var'dır.
kimileri başka diyara yol eylerken,
ardlarından kimlerin 'zamansız' ağlayacağını,
kimlerin hayatına dokunup geçtiklerini
asla bilememeyi de yanlarında götürür.
zaten bu dünyada çoğu şey
bilmeden yaşanır
ya da yaşamadan bilinir


Şair ceketli çocuğun anısına..






'Şarkılar politikadan, kurumlardan, sistemden daha güçlüdür.
Hayatın sonuna kadar kalabilirler, temizdirler ve
bir çok güzel şeye sebep olabilirler.
İktidarlar, sistemler yıkılabilir, devirler değişebilir,
şimdi dünyayı yönetenler kısa bir süre sonra
üstelik bütün kötülüklerine rağmen
unutulabilirler.'




İşte gidiyorum, birşey demeden
Arkamı dönmeden, şikayet etmeden
Hiçbirşey almadan, birşey vermeden
Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum


Ne küslük var, ne pişmanlık kalbimde
Yürüyorum sanki senin yanında
Sesin uzaklaşır herbir adımda
Ayak izim kalmadan gidiyorum


Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı
Gönülkuşu şarkıdan yorulmadı
Bana kimse sen gibi sarılmadı
Işığımız sönmeden gidiyorum


27 Kasım 2008 Perşembe

iz



yine kulağımda o hüzzam şarkı
şehir yağmur fısıldıyordu
dinleyerek geçtim kaldırımları
her sokak sensizliğe çıkıyordu
bir damla hasret düşerken yanağıma
ellerinin izine dokundu bakışlarım
gözlerimi açtığımda gördüğüm rüya
gerçeğin ötesiydi bıraktıkların

21 Kasım 2008 Cuma

..şimdi.



dar geçit
ahşap sokak
dar sokağın ahşap geçitleri
geçitler üstünde adımlamak sisleri
sislerin ardı taş duvar ağlayan
birimiz duvarda yürümekli
öteki gülmeye çeyrek vaktinde

nemde hava
havada gece
nemli gecenin havası var şehirde
doluyor rengi ciğerlere çektikçe
köşebaşı şarkıları susuyor komidinlerde
çekmecelere dökülürken şarap rengi hüzünler
-enkırmızısından
beyazişi örtülere al al leke işledim
üzüm kokusu düşlerin sindiği odalarda


geçebilseydim sokakbaşlarını tutan sağır yalnızlığı
sana ellerimle bulut kokusu getirmek vardı


..şimdi.

20 Kasım 2008 Perşembe

son yağmur gecesi..




Senelerdir yazdığı şiirleri sonunda bir kitapta toplanmıştı. Şiir kitabı basıldıktan sonra tebrik etmek için aradığında, yıllar sonra yeniden o sesi duymak... Teşekkür kelimeleri dudaklarına dolanmıştı adeta.. Ne söylemiş, buluşma teklifini kabul ederken sesinin titremesine nasıl hakim olabilmişti. Hiçbirini hatırlamıyordu.

Şimdi de onca zaman sonra ilk kez karşısında durmanın heyecanını taşıyordu kalbi.. ve atışlarının, ses tonunu bastırmaması için içsel bir uğraş içindeydi. Sanki geride bıraktığı onca seneyi, bu anı yaşamak için bir bekleyiş olarak geçirmişti. Şarkılardan öğrenmişti belkide, hayatta bazı şeylerin yarım kalamayacağını...

elbet bir gün buluşacağız

bu böyle yarım kalmayacak

İnsan bir gün geçmişiyle karşılaşabilir mi? Onunla yüz yüze oturabilir mi? Taa gözlerinin içine bakabilir mi? Eğer bütün bunlar mümkünse, tam da şu anda kendisinin yaşadığı şey olmalıydı. Karşısında ete kemiğe bürünmüş duruyordu işte.. Çocukluğunun kıvırcık saçlı, hercai delikanlısı, şimdi olgun bir adam tebessümüyle gözlerini dikmiş, kendisine bakıyordu.

Yanaklarının renkten renge girdiğinin farkındaydı. Bakışlarını yere indirdiğinde, kucağındaki kitaba değdi gözleri.. Bu kitap.. Elinde tutamadığın zamanları bir şekle, bir cisme büründürme çabasının ürünü değil miydi? Hayat kumaşından, kendine özgü kelimelerle diktiğin bir giysi değil de neydi? Sanki o zaman yaşadıklarını elinde tutabilecekmişsin gibi..

-Çok iyi görünüyorsun, hiç değişmemişsin.. dedi adam..

-Sen de öyle.. diye gülümseyerek karşılık verdi kadın..

-Şiirlerini okudum. Çok beğendim. Tebrik ederim yeniden.. Belki şifreler yakaladım ortaklıklara ait.. Ortak geçmişimizden parçalar bulup, çocukluğumuzun o tozlu sokaklarında yeniden dolaştım. Geçmişten zaman ve mekan kokusu yaymışsın kelimelerinle, bisikletimle geçtim adeta satırlarından.. Yeniden çocuk oldum. Bunun için de ayrıca teşekkür ederim. Duyduğum kadarıyla, kitap satışları da hiç fena gitmiyormuş..

-İnsanların bu devirde hala şiire itibar etmeleri, üstelik de bir kitaptan alıp okumaları bile tuhaf aslında, değil mi?.. diyebildi ancak, manidar bir gülümsemeyle..


(Hislerimizi dondurup kavanozlara saklamadık mı çoktan?.. Duyguyu taşımak ve dahası onu gözler önüne sermek.. nice zamandır acizlik olarak algılanmakta değil mi? Öyle değil mi be adam?!)

..diye geçirdi içinden..


-Nasıl yazdın bu şiirleri?.. diye sordu adam..

Kadının gözleri, adamın yüzünü dolaşıyordu o sırada.. Kilometrelerce mesafelik alan vardı sanki bu yüzde.. Bitsin istemiyordu. Hayalinde çizdiği bir resimdi o.. Hayal olduğu derece gerçekti. Gerçek olduğu kadar hayal.. Yol yol dolaşıyor, yolunu kaybediyor, yönünü şaşırıyordu her metresinde.. Bu şaşkınlık, geçmişten tanıdıktı. Bağışıklık kazandığı acıların önsözüydü bu şaşkınlık hali.. Bu duruma yabancı değildi. Hiç içinden çıkamadığı anlara aitti.. ve o anlar da hep kendisine ait olmuştu.


Ne cevap verecekti şimdi?

(Ben bir çocuğu sakladım yüreğimde.. Seni taşıdım içimde.. Sen hep ondört yaşındaydın.. Büyümene, kirlenmene hiç izin vermedim. Öyle olduğun için de hep güzel kaldın bende.. Hiç benim olmadığın için hep güzel kaldın.. ve bu yüzden hep benim kaldın belkide.. Sana dokunmama, seni kırmama izin vermedi hiç hayat.. Adına "aşk" bile diyemediğim, yeryüzündeki hiçbir isme sığdıramadığım o duygu, öylesine güzel ve temizdi ki, ona kıyamadı hayat..

Ben büyüdükçe o da büyüdü. Hayatı seyreden gözüm, dokunduğum ellerim oldu. Yoksa iliklerime kadar dolar mıydı yaşamak denilen şey?.. Baktığım her yüzde bir parça buldum senden.. Her gün bir başka halini yaşadım. Seni hiç öldürmedim. "Bendeki sen"in sana ihtiyacı yok ki.. Bunun için de hiç ölmeyeceksin, ta ki ben ölene kadar.. Belki sonra da.. Belki bu şiirler benden sonra yaşaman için yazılmıştır sana..

Bu kitap da senin bendeki resmin işte.. Kelimelere seni kattım, şiir oldular. Kelimeleri sana katamıyorum. Konuşamıyorum işte karşında.. Yıllar, yollar, insanlar değil; koskoca bir hayat girdi aramıza..)

..diyemedi.

-Hayal.. hepsi hayal ürünü sadece.. -mış gibi yapıyorum, kendimi başkalarının yerine koyuyorum.. ve kelimeler kendiliğinden dökülüveriyor. Birazcık sanatçı ruhu olan, hissiyatı kuvvetli olan herkesin yapabileceği bir şey aslında.. Hayatta malzeme çok şiire.. Yapılması gereken şey sadece onları arayıp bulmak..

..diyebildi.

Söylediklerine kendisi bile inanmamıştı. Asırlar gibi gelen sessiz saniyeler geçti aradan.. Hergün hayalinde konuştuğu varlığın karşısında hayal gibi susuyordu şimdi.. Adamın bakışlarına hüzün konmuştu. Konuşacak ne çok şeyleri vardı aslında.. Ama bazen konuşacak çok şey olduğunda, susmak daha çok yakışıyordu an'a.. Başının dönmesine engel olamıyordu kadın.. Rengi atmaya başlamıştı sanki.. "İyi misin, biraz yürüyelim mi?" dedi adam anlamış gibi.. Başıyla onayladı kadın..

***

Bir kadın.. bir adam.. bir mazi... Masadan kalktılar usulca.. Arkalarında gerçekten aynı masada oturduklarına kanıt, bir kül tablası içinde iki izmarit ve iki bardakta iki dudak izi bırakarak..


Bir kadın... bir adam...

Bir yolun tam ortasında.. omuzları bir karışlık mesafede, birbirlerine teğet yürüyorlardı..

Ömürlerinin tam ortasındaydılar belki.. ve hayat, aralarından teğet geçiyordu..

Bir şiir, yalınayak ardları sıra.. gölgelerini tutmaya çalışıyordu..

Zamansa, hiç birine acımıyordu.. geçiyordu..

..ve gökten üç satır düşüyordu :


"bir son yağmur gecesi,

yerler kurumamışken,

gelip beni çocukluğuma götürür müsün?"

6 Kasım 2008 Perşembe

belkide aşk, bir günahı sahiplenmekti..


bir günah gibi sahiplendim, seni sevdiğimi..
belkide aşk, bir günahı sahiplenmekti..


her gün, yeni bir gün/dem taşırmış ömre/ günlük manşetler birikirmiş ansiklopedik ciltlere..

ustura ağzı sabahlara uyanırmış bazen insan/ sessizliğin sesi batarmış gözbebeklerine..

bazen de tonlarca ağırlıkta olurmuşsun kendine/ kalbin aklına çok gelirmiş/ aklın da kalbine..

bir canı en fazla ne acıtır ki?

bir sesin acımasızca yankılanması mı/ sessizlik mi?

bir bıçağın paslı ucu mu/ yoksa yokluk mu?

bir yaşamın kırıntıları dökülürmüş bazen önüne/ toplamak istedikçe ellerine batarmış.
ve başka bir ömre tutsak edilirmiş kimi saatler/kaç tutsak gün devirdiğin hatırlanmazmış.
en ana yasasıymış hayatın, "aşk"/çoğu zaman el olup gidenlere yazılırmış.
bazı anlar varmış ki/"aşk, anlaşılma arzusundan başka bir şey değildir" diyeni hatırlatırmış.
belkide/ o yokken bile en sevdiği şarkıları mırıldanmakmış.
bazen de en büyük sevinçler için ayrılan koltuklara/ en derin kederler otururmuş sessizce..
yaşadığın sürece/sen ümidini kesemezmişsin ama/ bazen ümit kesermiş seni/hayattan.

bir yol boyu yürümekse ömür, gördüğüm en anlamlı manzaraydı varlığın..

yok işte!.. giriş/gelişme/sonuç yok bu ömürde..
geliştiğin yerde zıvanadan çıkmak var/sonuca varamadan dönmek bir de girişe..
ayaküstü sevinçler var, karışan/hüzne
sabun köpüğü gülüşler var, eriyen/ yüzde
bulduğun yerde kaybetmek/çokluğunu
kimvurduya göndermek/mutluluğunu
...

"sevmek kimi zaman rezilce korkuludur,
..ve insan bir akşamüstü ansızın yorulur"

/ya hani..


rezilce korkular tütüyor bacalardan belkide..

bu akşamüstü..



bir günaha tutunur gibi sevdim ya//seni!

bir sevaba mahkum olur gibi kabullendim işte

//seni kaybettiğimi//

5 Kasım 2008 Çarşamba

hayat oyununun acemi senaristi..



***Çocuktun!.. Ankara'ya kar yağardı diz boyu.. Yürüyecek, koşacak alanlar vardı. Nefes alacak kadar zamanlar.. Arkanda bir yavru kangal köpeği, hoplaya zıplaya eşlik ederken sana.. Koşardın.. Ne zaman unuttun koşmayı?.. Yaşam koridorlarında koşturmaktan mı?.. İs kokularında kestaneler oyalardı vakitleri.. Soba üzeri mandalina kabukları bir de.. Sabahın ilk ışıkları, yeryüzünün beyazlığına karışırken, gözlerin kamaşırdı yaşamaktan.. Kapı eşiklerine karlar dolardı.. Hem sonra.. Kömür gözlü adam olurdu kar.. Çocuktun.. Ne zaman unuttun çocukluğunu?.. Kömür gözlü adamlara aldanmaktan mı?.. Çocuktuk!.. Unuttun mu?!..***
.....
Önce beyaz bir sayfa açarsın önüne.. İçinde bulunduğun an dilimi, sana kalbin kadar temiz (!) bu sayfayı sunmaktadır. Bu beyazlığa dalar gider gözlerin bazen.. En son ne zaman, bembeyaz, pürüzsüz ve yumuşak karın üstünde, ayaklarının bıraktığı izleri seyre dalarak ve o tarifsiz duyguya kendini bırakarak, metrelerce yürüdüğünü düşünürsün. Belki çocukluktan kalma bir tat, genzini yakmaya başlar. Bu eylemin sende bıraktığı haz, çoktan maziye karışmış da olabilir.
"Kara basma, iz olur"
Türküye nispet, kara basıp bıraktığın izler, büyüdükçe daha da derinleşerek, yerini başka başka izlere bırakır. Bazen derin izlere zemin kar olursun bizzat kendin.. Ömrünü, hayatın aslında bir iz bırakma çabası olduğundan habersiz yaşarsın. Önlük yerine forma giymenin "büyümek" olduğunu sandığın zamanlar, artık çok gerilerde kalmıştır. Sigarayı elinde büyükler gibi tutup, öksürmeden içmeyi başardığın an, büyüyeceğini sandığın zamanlar da.. Belki de sigara elinde tutmaya başlamıştır artık seni..

Önce "yaşarsın".. O beyaz sayfa, "hadi yaz" diye gözlerini sana dikip bakmadan çok önce..

Bir zaman, bir yerlerde, bir şeyleri yaşarsın.. Acıyı, sevinci, hüznü, sevdayı.. Bazen bir trajedi, bazen de komedi gibi perde perde sahneye konan bir hayatı.. Önce "yaşadıkların" olmalı elinde zaten, yazmak için.. Baktıkların ve gördüklerin olmalı.. Kulak verip duydukların.. Nefes alıp içine çektiğin hayallerin.. İçinden bırakamadıkların.. Sancıların..

Bir tortu kalmalı ilk önce elinde.. Sonra belki "ellerini yıkama ihtiyacı".. İstediğin sadece budur, kimbilir?.. Beyaz bir sayfada, ömrünü temize çekmek istiyor olabilirsin. Akıl-yürek süzgecinden geçenler, izlerini bıraktıkça, ruhun da arınmaktadır her satırın ardı sıra.. Belkide konuşamadıklarındır yazdıkların.. Ağızdan çıktığında havaya karışan sesler, bir başkasının bedeninden daha çabuk karışabiliyordur, cansız bir kağıdın bedenine.. Anlatamayacağını bildiğin şeylerdir yazdıkların belki..

Sonra da, yazarken yaşamaya başlarsın.. Yazmayı yaşarsın.. Yazdıkların, yaşadıkların olur.. Çoğu şeyin farkına yazarken varırsın zaten.. En mutlu anın, en acı günün de, satır aralarında saklıdır. Senin bile hatırlamadığın zamanların.. Seni "sen" yapan anların.. En yoğun yaşadıkların başrollerde yerini alır daima.. Hepsi birer birer ele geçirirler parmaklarını.. Onların izleridir biraz da senden kalan.. ve genelde hazdan daha yoğun yaşanır ya acı.. bunun içindir, satırlarda umumiyetle acının mutluluğa galebe çalması..

Yazdıkça yaşamaya, yaşadıkça yazmaya bağlanırsın. Güçlü bir tutku ya da nefes almak gibi bir ihtiyaç olur artık.. Kelimelerden taçlar yapar, saçına takarsın.. Harflerden çift kaleler kurar, maçlar yaparsın. Hece hece, sözcük sözcük işlersin zamanı..
Bazen haykırışın bir ünlem olur.. takılıp kaldığın, içinden çıkamadığın anların soru işareti.. virgül virgül parsellere bölersin sözcüklerini, hayatın gibi.. "bitmedi, daha diyeceklerim var" der gibi.. açıklanamayan şeyleri açıklamaya çabalarsın, neden virgüllü nokta olmasın ki?.. belki bir şey vardır şuranda, tam sol yanında işte, anlatamadığın.. üç nokta olur dizilir boğazına, bir cümlenin ardı sıra.. 'nokta'.. o son nokta, günü geldiğinde konacak nasılsa.. cümlelerinin tam da ayak ucuna.. en güzel yazınsa, hiç yazmadıkların olacak belki.. arkandan en çok ağlayanlar da..

..ve hayat daha neleri düşündürtmez ki insana.. her zaman senaryosu yazılmış bir metnin sahneye konmadığını da anlarsın.. tersine bir işleyişin de yaşanabileceğini bazen.. yani, çoktaan sahneye konmuş bir oyunun senaryosunu kayıt altına almaya çalışan, acemi bir senarist gibi de hissedebilirsin kendini yazarken :

"hayat oyununun acemi senaristi"/gibi...

bitti.