19 Mart 2009 Perşembe
dilek..
Ne istedim bu sabah biliyor musun?
Seher vakti serinliği işlerken içime,
Soluklanıp deniz kıyısının geceden kalma neminde,
Bakışlarının durgunluğunda yıkamak yüzümü..
Ve parmak uçlarımı ısıtan bir halka sıcak simiti
Martılarla paylaştığım kahvaltı şöleniyle güne başlamak..
Karşımda duran resmin mavisinden içeri dalıp gidebilmek..
Orhan Veli misali..
Uzak kıyıların ezgilerini toplasam gemilerin güvertesinden..
Belki de bir kilise çanı, bir sabah ezanı..
Hiç tatmadığım hüzünler bulaşsa ellerime..
Yerkürenin tüm yarım kalmış aşklarına gözyaşı diksem denizin lacivertinden..
Tayfaların bronz bilekleri kadar inançla sarılabilsem sabahın kadife halatlarına..
Bulutlar elektrik tellerine takılmasa hiç bugün..
Martı kanadından bir parça özgürlük çalsam..
Bir de söndürdüğüm günlerin en sevdiğim şarkısını çalsam sana ..
Kemanımın tellerinde yürürken çocukluğumu..
Avuçlarımda kirlenmemiş akşamüstlerinin sevinçleriyle..
Yüzüne bulaştırsam gözlerimdeki rengarenk sevdayı..
Yüzünden hiç çıkmasa gözümün izi..
Gökkuşağı bizi tutsa, biz tuttuğumuz dilekleri azad ederken..
Ömrümün arka bahçesinde dut ağacı mevsimi..
Çiçek açsa bir ansızlık vaktinde çocuk olmanın..
Radyoda kısa dalga, denizde uzun türkü köpürürken..
Akordeon kırmızısı ağlayış ve kahkahasında,
Mızıka yeşili isyanlarında mürekkebin..
Pencerede karanfil ötüşleri şiirin hiç susmasa..
Ve bir şafak vakti uçurduğum bu dilek,
Yanağında sabahlayan küçücük buse olsa..
18 Mart 2009 Çarşamba
yaşamak alışmakmış..
İnsan kendine düşer bazen de..
Sebepli sebepsiz bir gülüşün,
Ya da bir ağlamanın eşiğinde..
Eşikler..
Zaman bir şeylere ramak kalmışken..
Takılıp düştüklerimiz hani boylu boyunca..
mesela aşka,
mesela kavgaya
ya da ölüme..
Ruhun bedene baş kaldırması veya da..
Dış dünyanı değiştiremediğin için iç dünyanda tadilata başlarsın ya bazen..
"Tadilat nedeniyle kapalıyız - kendi içimize "
Nietzsche der ki ; "Beni öldürmeyen acı güçlendirir"
Acı da aşk gibi aslında..
Ne tarifi var, ne de bir ortaklığı..
Herkesin acısı kendisine özgü..
Nevi şahsına münhasır acılar ve aşklar yaşamaya mı geldik?
Sui generis hayatlarımızda..
Sağ kalmayı başarırsak, tecrübe kazanacağız her darbeden..
Nereye götüreceğiz ki ceplerimize doldurduğumuz tecrübeleri?
Herşeye alışırmış insan..
Yaşadıkların, alıştıkların olurmuş..
Alıştıkların savaştıkların sonra..
Yaşamaya da alışırmışsın..
Savaşmaya da..
Gün gelince..
Sırasıyla..
********
yaşamak alışmaktır
işportada satılan kadın geceliklerine
alışmak manavlara
alışmak doçentlik tezlerine
hep bu yeşilleri giy
bu moru tak saçlarını topla da
bunu sen de bilirsin
alışmak yaşamaktır bakıp bakıp kendine
yaşamak bir gün uyanmaktır
birgün birdenbire yalnız kalmaktır
yaşamak alışmalardan sonra
alıştığın herşeyle savaşmaktır
yaşamak alışmaktır
işportada satılan kadın geceliklerine
alışmak manavlara
alışmak doçentlik tezlerine
bunu sen de bilirsin
alışmak yaşamaktır bakıp bakıp kendine
Afşar Timuçin
10 Mart 2009 Salı
saklı şiir
faili meçhul rüyaların cinayet mahallinde
kumral bir çocuk gülümsemesi sesin
saklanmış yankısında bir tutam tufan
sureti suskun çiçek, içi çağlayan
umudun son çağrısı kapıları tırmalayan
sırlarıyla aynada efkar tiyatrosu
düş satarken dün gece sevdalılara
ellerinde gümüşten barut kokusu
yakamoz avcıları denize pusu kurdu
kanadında acı bir çığlık büyütürken martı
gün ağıyordu günahların üstüne
kaldırımda unutulmuş saklambaçlar çaresiz
öyle sakin, sanki yüzün, belki ben
kanat çırpışları gecenin sabaha karşı
sessizce açarken perdesini şiirin
her satırında bir adım büyüyordu
her satırına bırakılmış adım
kelepçeli günlerinden söküp
ektiğin güneşleri topluyordu
bir suça iştirak edercesine
duvarları mısra rengi bir odada
yasaklıydın ömrüme
ya saklı
yağmalanmış şehrin emanetçisi
yedd-i emin deposuna bıraktığında anıları
gazel döktü en sevdiğim sokağa
sırça kadehinde bir ömür
herkese yetecek hüzün mavisiyle
gülümsemek olmaz dedi çekmeden azap
bir tek aşk kaldı yaşamaya değecek
ondan gerisi laf-ı güzaf
kumral bir çocuk gülümsemesi sesin
saklanmış yankısında bir tutam tufan
sureti suskun çiçek, içi çağlayan
umudun son çağrısı kapıları tırmalayan
sırlarıyla aynada efkar tiyatrosu
düş satarken dün gece sevdalılara
ellerinde gümüşten barut kokusu
yakamoz avcıları denize pusu kurdu
kanadında acı bir çığlık büyütürken martı
gün ağıyordu günahların üstüne
kaldırımda unutulmuş saklambaçlar çaresiz
öyle sakin, sanki yüzün, belki ben
kanat çırpışları gecenin sabaha karşı
sessizce açarken perdesini şiirin
her satırında bir adım büyüyordu
her satırına bırakılmış adım
kelepçeli günlerinden söküp
ektiğin güneşleri topluyordu
bir suça iştirak edercesine
duvarları mısra rengi bir odada
yasaklıydın ömrüme
ya saklı
yağmalanmış şehrin emanetçisi
yedd-i emin deposuna bıraktığında anıları
gazel döktü en sevdiğim sokağa
sırça kadehinde bir ömür
herkese yetecek hüzün mavisiyle
gülümsemek olmaz dedi çekmeden azap
bir tek aşk kaldı yaşamaya değecek
ondan gerisi laf-ı güzaf
19 Şubat 2009 Perşembe
gözlerini arayan kadın
Çoğuna sorsanız, birbirini tekrar eden günlerden biriydi. Her gün gibi bir gün..
Oysa bazıları biliyordu ki, her gün aynı değildi. O gün de öyle..
Sahne, her sabah olduğu gibi perdelerini açmış, oyuncular o günkü rollerini giyinerek sokağa çıkmışlardı. Çıplak sokağa asılmış masklar geçidi gibiydi insan yüzleri kaldırımlarda..
Gözler birbirini görmüyordu oysa. Ses kalabalıkları arasında kayboluyordu gözler..
Gözler birbirine dokunmadıkça, konuşmanın bir tarafı eksilip gidiyordu.
Hep bir kaçış..
Hayattan gözlerini kaçırış..
-tragedya-
Gözlerini kaybetmişti kadın, işte böyle bir sabah..
Doğumla ölüm arasındaki parkurun bilmemkaçıncı kilometresinde ansızın durdu.
Gözlerinin yerinde duran iki kocaman boşlukla dönüp ardındakileri görmeye çalıştı.
Zaten ardında bıraktığı yol o kadar kavisliydi ki, istese de göremeyecekti çoğu şeyi..
Görüntüler uzaklaştıkça daha da netleşirken, yakına geldikçe bulanıklaşmaya başlayacaktı.
En arkada bıraktıklarını, en önce bulacaktı.
Kayıplarına ağlayacak vakti yoktu. Zaten gözleri de yoktu.
En başa döndü.. Yola çıktığı andaki çıplak yalnızlığına sarıldı.
Sadece içte yaşanan, ilkel bir acıydı yalnızlık..
Yığınlar arasında, sana ait tarafların, benzemezliklerin, aykırılıkların..
Kısacası kuşatılmış, törpülenmiş, yassılaşmış taraflarındı yalnızlıkların.
..ve yolun herhangi bir yerinde mutlaka karşılaşıyordun kaçmaya çalıştığın bu gerçeklikle.
Eninde sonunda kendine kalışlarında mesela..
Ruh ise o zamana kadar bir süzgeç gibi işlevini görmüş oluyordu çoktan..
Adına yaşanmışlık denilen karışımdan tortular bırakıyordu ellerine..
En büyük kalabalığının kendi iç dünyasında olduğundan bihaber, kendisiyle konuşmayı bilmeyen akıllı (!) insan, etrafında kimse kalmadığında, tükendiğini düşünüyordu.
İç sesini dinlemeyi, ona sorular sorup yanıtlar almayı bilmediğinden, yolunu kaybettiği yanılgısına kapılabiliyordu kimi zaman..
Oysa yol kendisiydi..
Hayatı ise her sokağı kendisine çıkan bir şehir..
..ve şehrin en ücra sokağının kayıp feneriydi artık gözleri..
Algı ile göz arasındaki bağlantıyı düşündü.
Gözü olan her canlının algı kabiliyeti yoktu.
Bir deyim aklını delip geçti o sırada..
Hayata gözlerini açmak..
yeniden açmak..
yeniden..
Hayata açacak yeni bir göz bulabilir miydi bir gün?
Yüreğinden geçen senfonileri dinledi kadın..
Dört Mevsim'in kaçıncı konçertosunda olduğunu anlamaya çalışarak..
Gözleri sımsıkı kapalı, ritmin coşkusuna bıraktı kendini..
İLKBAHAR'da takılı kalmıştı kalp atışları..
5 Şubat 2009 Perşembe
yarına kaç var?
asude bulutun gözlerinden taşan
akşam med-cezirleri şarkı söylüyor
maviyle iğnelenen uzak yakalarda
umudun ayakuçlarında dalgakıran
ve arkasında incecik bir acemaşiran
kırkikindilerle büyütüyor sevdayı
cümlelerin sustuğu yerde başlayan
aşka boy veren erguvan ellerin
uçlarında bir demet ada kokusu
geceye yazılan en güzel ezgi
paslı geçmişe saplanan hançer
-acımadan kanatmakta yarını-
-acımadan kanatmakta yarını-
bir nefeslik ömür gibi susuşlarında
zamanın hayata bu aymaz sarılışı
sanki kaygısız bir ölüme merhaba
ve öyle içten soruyor ki kalp atışların:
"söyle..
her sabah söyle..
yarına kaç var daha?"
3 Şubat 2009 Salı
bir akşam masalı
karanfiller dökülüyor sözcüklerinden
kırmızı yağmur kokuyor her yan
gülüşünle yıkanıyor ebruli hüzün
iki yürekte tek vuruş gibi sevdan
bire on veren acılar arazisinde
avuç içlerime mutluluk ektim dün gece
düş ağacına ilmek ilmek asıldı bakışlarım
albümden taşan çocuk oldu fotoğraflarım
iki yürekte tek vuruş gibi sevdan
bire on veren acılar arazisinde
avuç içlerime mutluluk ektim dün gece
düş ağacına ilmek ilmek asıldı bakışlarım
albümden taşan çocuk oldu fotoğraflarım
seyrettim iki hüznün yan yana duruşunu
ve iki yüzün aynada kayboluşunu
ateşe düştü kızıl sancısı aşkın
masmavi bir isyan yandı gözünde
mısra mısra ağladı adımlarım
bir şiir, bir hasret, bir de sen vardın
penceremden sabahları topladım
hayaller koydum kokla diye vazoya
ve seni yazdım kaderin keskin kalemiyle
geleceği meçhul geleceğin satır aralarına
ve iki yüzün aynada kayboluşunu
ateşe düştü kızıl sancısı aşkın
masmavi bir isyan yandı gözünde
mısra mısra ağladı adımlarım
bir şiir, bir hasret, bir de sen vardın
penceremden sabahları topladım
hayaller koydum kokla diye vazoya
ve seni yazdım kaderin keskin kalemiyle
geleceği meçhul geleceğin satır aralarına
aşkın sonu gelmez upuzun destanına bir de
kaldırıp sersefil günlerini dünün
anılar şelalesinin sularına bıraktım
yeni bir son verdim bu hikayeye
gülerek ölmek de varmış desinler diye
iki dramdan bir mutlu son çıkardım
kaldırıp sersefil günlerini dünün
anılar şelalesinin sularına bıraktım
yeni bir son verdim bu hikayeye
gülerek ölmek de varmış desinler diye
iki dramdan bir mutlu son çıkardım
1 Ocak 2009 Perşembe
uzaklar
karanlık bir yorgan altında
boğuldu bu gece şehrim
ayışığına serenad geçerken
hüznün koyu ayazı
ayrılığın bendi gibi dikiliyor
bu şehrin her kıyısı
bir hayalsin şimdi benim sevdiğimher gece pencereme vuran
lacivert bir hasrettir suretin
parmakların sur misali örterken yüzünü
gözlerin ağır bir kapı gibi kapanmaktadır
ve sürgüsü yakarken içimi kirpiklerinin
sessizce yaktım yolları tan ağarmadan
saçlarından tutmak için sana varmanın
yürüdüğün sevdanın kuytusuna sokuluyorum
gözlerimden bir güvercin uçuruyorum usulca sana
ve gölgeni örtüyorum en derin uçurumlarıma
söylesene sabahımın en güzel şarkısı
kaç kere tanırım ki bir sen daha
zaman kendini öldürürken her nefes alışımda
uzaklar var ya bırakmayan seni bana
kara bir yılan gibi hani boylu boyunca
özlemini bıraktı ellerimde şafak arkası
özlemini bıraktı ellerimde şafak arkası
görmediğim sesinin nihavent kokusuna
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)