10 Ekim 2008 Cuma

düşümde gerçek gördüm...


rüyamda..... çıplak ayaklarımla yürüyordum kumların üzerinde..

kim olduğumu unutmuştum.. hayır hayır, unutmamıştım.. o rüyada yürüyen ben değildim zaten.. tıpkı rüya kahramanının kimin rüyasında başrol oynadığını bilemeyeceği gibi.. adı üstünde rüyaydı çünkü.. görüntüydü gelip geçen.. tıpkı bu yazıyı yazanın kendim olduğu sanısı gibi bir yanılsama işte..


..dalgalar vurdukça ayaklarıma, derinden bir ürperti hissediyordum.. acıklı bir melodi bir alçalıp, bir yükseliyordu kulaklarımda, dalgaların ritmine uyum sağlayarak..


müziğin mucizesini yaşıyordu rüyadaki ben.. kendinden geçmiş gibiydi.. başı yana doğru eğik, gözleri kapalı, elleri önünde kavuşmuş durmadan yürüyordu.. bir yandan da içinden geçen ezginin sesinin, ayağına çarpıp kaybolan dalgalara uyumunu hissederek.. bu uyuma rüzgar da eşlik ediyordu adeta.. saçlarımı başımı eğdiğim tarafa doğru eğimli uçuşmasını sağlayarak..


hayatın ritmini dinleyerek sarhoş olmuştum.. insan istedikten sonra güzelleşmek için içmeye gerek yokmuş.. güzellik zaten sarhoş ediyormuş insanı.. kendini bir kum tanesi gibi doğanın kucağına bırakmak.. yaşamak sadece budur, kimbilir.. tabi bunlar gerçekse bile, ne rüyamın kahramanı, ne de ben anlayabilecek durumda değilim.. anlamak için bomboş olmak gerekli çünkü.. önce yer açmak yeniye.. ama sen açmasan da, bir gün gelip açılıyor.. ve bir zamanlar çok üzüldüğün şeye, başka bir gün sevinebiliyorsun.. böyle de tuhaf işte bu hayat.. ya da sen tuhafsın.. pardon, ben yani..


gözlerimi açtığımda, kapkaranlık bir yerde olduğumu gördüm.. çok fazla ışığa maruz kalmak, hiç ışıksız bırakabilir insanı.. belki tepedeki güneş birkaç saniyeliğine gözlerimi almıştı.. hayır, küçükken yaşadığım ufak çaplı güneş çarpması ve ardından gelen geçici körlüğe benzer bir durum değildi bu.. düpedüz karanlıktı işte.. çünkü gözüm alıştıkça, karanlık alacakaranlığa dönüşmeye başladı.. içine bata çıka yürüdüğüm kumlar ise kara.. bildiğin kardı işte bu.. her yer alabildiğine beyazlık.. ama bir alaşafak vakti olmalıydı ki, tan yeri henüz ağarıp ağarmamakta kararsız kalmıştı.. yürümeye devam ediyordum.. o melodi susmuştu.. yerini sessizliği delip geçen bir uğultuya bırakarak.. bedenimin küçüldüğünü hissettim.. galiba 10'lu yaşlarda bir çocuk olmalıydım.. sırtımdaki ağırlığın okul çantam olduğunu anlamıştım.. habire karlara bata çıka yürüyordum.. okulun bayrağı, çatısı da görünmüştü işte.. birazdan varmış olacağım, yerleri ahşap, sıvası dökük, sobasını talebelerin yaktığı bu ilim irfan yuvası benim sevgili okulumdu.. sevindi sanki rüyadaki ben.. şartlar ne olursa olsun, çocuk olmanın güzel olduğunu bile geçirdi bi an için aklından..


tam böyle bata çıka yürürken, sol taraftan tıpkı kar gibi bembeyaz bir çoban köpeğinin üstüme doğru geldiğini gördüm.. bir karar vermek hiç bu kadar zor olmamıştı.. ya sabit durup, ya da bir yana koşmam gerekliydi.. ama can zora girince, mantık o "saniyelik" an diliminde öyle tıkır tıkır çalışıyor ki, sonradan hayrete düşüyor insan.. sağ tarafta karsız zamanlarda saklambaç oynarken saklandığımız büyükçe bir çukurun bulunduğunu hatırladım hemen.. koşa koşa o çukurun içine attım kendimi.. ve köpek saldırısında hiç kımıldamamanın doğru olacağı geldi aklıma.. kaplumbağa gibi dizlerimin üstüne çöküp, yüzümü yere sakladım.. ama ne fayda.. köpek de çukura atlamış, sırtıma dişlerini geçirmeye çalışıyordu.. üzerimdeki lahana gibi kat kat kıyafetlerden tenime ulaşamayınca da, hırsı daha da bir artıyordu.. bir an yüzümü o yana çevirecek olduğumda, ağzının kenarını çevrelemiş simsiyah çizgiyi gördüm.. ve yüzüme doğru yaklaşan sivri dişleri.. tekrar gömdüm yüzümü bembeyaz kara.. soğukluğu tenimi yakıyordu.. ellerimin arasında başım.. gözlerimi o karanlıkta bile açamıyordum artık.. ne zaman sinirinin geçtiğini, ne zaman gittiğini bilemedim köpeğin..


gözlerimi tekrar açmaya cesaret ettiğimde, bir gümüş aynadan kendime bakıyordum.. elimde bir tarak vardı.. bu ayna ve tarağı çok iyi hatırlıyordum.. bir zamanlar o antika eşyalarla dolu yatak odasında, babaannem tarardı saçlarını bunlarla.. o öldükten sonra kim aldı, ya da hangi köşeye atılmışlardı, bilmiyordum.. ama rüya işte.. elime tutuşturulmuşlardı.. aynadaki ben, rüyamdaki ben'e mahsun gözlerle bakıyordu.. hani insan konuşmak ister de konuşamaz ya rüyasında bazen.. tıpkı öyle.. henüz yaşanmamış bir gelecekten geldiği için öyleydi belki.. ya da sadece aynada bir suret olduğu için.. sanki, kaç git kurtul bu rüyadan der gibiydi bakışları.. evet bendim o.. yüzüme yaşanmışlıklardan çok, yaşanamamışlıkların gölgesi düşmüştü adeta.. saçlarım upuzun.. tıpkı küçüklüğümde hayal ettiğim gibi.. yaşlandığımda babaannem gibi saçları uzun bir ihtiyar olacağımı, o saçları örüp, ensemde topuz yapacağımı tasavvur ettiğim günlerdeki gibi.. gümüş rengine boyalı saçlarıma baktım.. barışmıştım onlarla demek ki.. boyalı olmadıklarına göre.. boyamayı ne zaman bırakmıştım acaba en son?.. ne zaman kabullenmiştim yaşamanın bir süreç olduğunu?


yumdu gözlerini aynadaki ben.. gözlerini açmaya cesaret ettiğinde, rüya yeni başlıyordu...


4 yorum:

iptal dedi ki...

hangisi yaşam hangisi gerçek?

...ve], dedi ki...

gördüğü yeni bir düştü...kitap yüzgecine takılı sayfalarda elinde kelimelerle tekerlemeler dolandı adımlarına...mış'lı miş'li geçmiş zamanların pencereleri, kanat çırpıyorken gelecek zamanlı cam masallara.

...ve], dedi ki...

untumadan,muhteşemdi tek kelimeyle :))

paradoks dedi ki...

teşekkür ederim.. :)

yaşanmış düşler..

ve

yaşanmamış gerçekler..