Henüz küçük yaşlardayken keşfettiğim ve hala sürdürdüğüm bir oyunu oynuyorum. İçinde bulunduğum ana uygun bir şarkı sözü yakalamak. Esasında, şarkılar mı hayattan çıkıyor, yoksa hayat mı şarkılardan?.. Bu paradoksu çözmesi zor.. Arayıp bulduklarım değil onlar.. Gelip beni bulan şarkılar..
Gülünce dudakların
Bir kırmızı güle benzerdi
Ben dudaklarını
Sense gülleri severdin
Benimkisi daha ziyade "iki şarkı arası yaşamak" gibi bir şey aslında.. Hayatı şarkı sözlerinde, melodilerde adımlamak.. Do diyezlerde, re bemollerde hayatın matematiksel ritmine dokunmak.. 8-4-2-1 vuruşluk tellerde parmakların kendi yolunu bulması.. Sesler.. Orada öylece durup, keşfedilmeyi, bir melodiye dönüştürülmeyi bekleyen saklı bir dünya..
Ritm.. Müzik.. Dans.. Aşk!
ve tango..
Seni sevmem de haksız
Sevdim demem de haksız
Fakat ne çok insafsız simsiyah bakışların
Bir ılık gece gibi simsiyah bakışların
Aşk dolu rüya gibi simsiyah bakışların
O ne bakışlar öyle
Taş mı olsaydım söyle
Beni çıldırtan böyle simsiyah bakışların
Deli ettin beni sen
Senin oldum artık ben
Bayram etsin o gülen simsiyah bakışların
Bazen de hiç bilmediğin, hiç duymadığın bir dilde söylenen yanık bir ezgi, seni alıp başka diyarlara götürür. O toprakların acılarını, sevdalarını, kayıplarını haykırır sana.. Notalar ağlar mı?.. Ağlayabilir, seni de ortak ederek gözyaşlarına..
"Sa o Roma, babo babo, Eeee...
Erdelezi, Erdelezi.
Sa o Roma Daje"
Çocukluğunun hıdırellezlerine gidersin birden. Başka bir coğrafyada, "erdelezi" olmuş senin hıdırellezin.. ve bir genç kızın ağıdında özlemle dolar için.. Ezgiler, dünyanın neresine giderse gitsin, hiç değişmeyecek şeyler olduğunu öğretir insan için..
"Gelsin hayat bildiği gibi gelsin,
Unuttum bildiğimi doğarken,
Umudum ölmeden hatırlamak "
1 yorum:
"kollarının haçına, ruhunun toprağına" doyduğumda içimde çağlayan o ırmağın denize döküldüğünü düşünürdüm, oysa uzak, çok uzaktı yıldızlar.
Yorum Gönder