31 Ağustos 2008 Pazar

madalyon





"Bir gün 'aşk ihtilaldir' demiştiniz. Bu sözün anlamını şimdi anlıyorum. Aşk gelince, gerçekten yeni bir dünya kuruluyormuş. İçimde varlığından haberli bile olmadığım yeni duygular keşfediyorum. Eskiden göl balığıydım, şimdi akıntıya karşı yüzen bir sazanım.


Teyzem sık sık, kocasını aldatan, tanımadığım bir kadından söz açıyor, belki de beni ıslah etmek için uyduruyor, zavallı kadına verip veriştiriyor. Hiç alınmıyorum. Çünkü kendimi, aldatan bir kadın olarak görmüyorum. Aldatmak, sanıyorum ki, bir insanın biriyle birlikte yaşarken, sırf ten zevki, eğlenmek ya da çıkar için başka biriyle birlikte olmasıdır. Aşk bütünüyle başka bir şey. Onun yasaları çok farklı. Kendine özgü bir ahlakı var.


Düşünüyorum: Bir insanın, bir başka insan üzerindeki hakkı ne kadardır, nereye kadardır? Bir insan, bir başka insanın tüm varlığı üzerinde, yani bedeni, ruhu, aklı, vicdanı, hayalleri, umutları ve emelleri üzerinde hak iddia edebilir mi? Bunlar bir nesneymiş gibi, kim olursa olsun, bir başkasının mülkiyet konusu olabilir mi? Üstelik her insanın içinde birçok kişi, birçok kimlik var. Hepsini birden kim mülkiyetine geçirebilir? "


Turgut Özakman/Romantika


Bir erkek ve bir kadın..


Sınırları çizilemeyen kavramlar.. anlamlar.. kargaşalar..


Yaşamın "iki kere iki : dört" etmeyen güvensiz sahaları..


Aşk... Düşünce suçu gibi..

"Rüyalarını kucaklamak istiyorum" der gibi..


İllegal duygular.. illegal acılar.. illegal yalnızlıklar..


Aşkın gerçekleri tepetaklak eden ve tüm dayatmaları anarşistçe reddeden kendine has döngüsü..

Aşk ve ihanet..



Biri varsa ötekisi yok mu?...


? ? ? ? ?


Yeryüzünde sorgulanmamış tek bir harf kalmayana dek... ???....

30 Ağustos 2008 Cumartesi

kahramanın daniskası




"...Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat, Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.



Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.''



Mustafa Kemal Atatürk / Nutuk


29 Ağustos 2008 Cuma

şiir bakışlı adam




köprü altlarından topladığın yalnızlıkları
ceketinin iç cebinde taşıyorsun..
tarifsiz bir hüzün çöküyor gözlerine
ellerini yağmurla yıkıyorsun..
şiir bakışlı adam,
iltica ediyor ruhum gezdiğin sokaklara
..ve uzun bir gölge gibiyim ardında,
haberin yok, bilmiyorsun..
arnavut kaldırımları çiğniyor beni
bir kasım/patı düşüyor gözlerimden
sokak lambaları yol boyu üşüyor
sonbahara açıyor yapraklarım
geceyi çekiyorum üstüme
bakmayı öğrettiğin aynalara sığınıyorum
aynaya bakmak kendine bakmak değilmiş
makyajımdaki yüzü siliyorum usulca
yüzsüz oluyorum
geriye renkler kalıyor benden yadigar
notalar gibi acımasız renkler de;
dore mi sarı?
lame mi gümüş?
sol gözümden bir mavi
sağ gözümden bir yeşil akıyor
dudaklarım çürümüş vişne
ben yokum artık
renkler karışıyor geceye
gece baştan başa kırmızı

yazıyorum iki hece ardına seni
ve soruyorum Nazım gibi:

"Akşam nerde bitiyor, nerde başlıyor şehir?
Şehir nerde bitiyor, sen nerde başlıyorsun?
Ben nerde bitip, nerde başlıyorum?"
şiir nerde bitiyor?.. nerde ölüyor şair?

27 Ağustos 2008 Çarşamba

anekdot



hiçbir şey için "benimdir" deme..

sadece de ki; "yanımdadır"

çünkü, ne altın, ne toprak, ne sevgili,

ne hayat, ne ölüm, ne huzur, ne de keder..

sonsuza dek seninle kalmaz..


D. H. Lawrence

25 Ağustos 2008 Pazartesi

hayata...

dil çıkarmak gerekirmiş bazen..
iyi de
ben bunu sıkça yapıyorum zaten
albertina...
:)

cehennet




Bir yahudi ağlıyordu duvarın dibinde..

Endonezya'lı bir müslüman Kabe'yi tavaf ederken,

Ve İsa kızıl saçlı bir çocukken Aya İrini'de..

Takdire şayan cinayetler işleniyordu..

Unutuldu 4 kitapta bir vahiy: "sev-in!"

Sevinemedi insanlık..

Ve bilemedi sevmeyi..

Bütün iyi dileklerin sonunda..

Rüzgarı senden esen, gözleri tufan..

Gemisinde Nuh ağır aksak ilerlerken..

Ve bir uygarlık yükselmekteyken

Güneşin battığı yerden..

Ben insandım Araf'ta,

Tüm günahlarımla..

Cehennet'te bir asi..

Bazen seslice susmak gerektiğini öğrendiğinde

Ve sessizce konuşmak gerektiğini bazen..

Rüzgarı senden esen bir el değerken yüzüme:

"Ey insan kızı!

Dur!.. tam olduğun yerde!!... "

Ve bütün iyi dileklerin sonunda..

İki avuç açılırken gökyüzüne..

"Rabbim!.. tövbe! tövbe! tövbe!.."

Oturmuş kendi kanımı içiyordum

Bir annenin gözyaşları içinde..













24 Ağustos 2008 Pazar

sana vişne bahçesi vaadetmedim..

Kar, yavaş yavaş tipiye dönüşüyordu. Dondurucu bir ayaz hakimdi şehre.. Mantosunun yakasını iyice yukarı kaldırdı. Kot pantolon, soğuğu adeta üzerine çekip, iyice bacaklarına yansıtıyordu. Nerden aklına gelmişti bu havada Kızılay'a inmek?.. Ayağındaki postal benzeri botlarla, bembeyaz örtünün üzerinde bata çıka yürüyordu. Bu botlar, evde az alay konusu olmamıştı hani.. "Nerden bulursun bu erkek ayakkabısı kılıklı pabuçları?.." derdi annesi.. "Herşey bir yana, insanın ayakları rahat etmeli.. ben de bunlarla rahatım.." diye yanıt verirdi her seferinde.. Ayaz yüzüne vurmasın diye, yere bakarak yürüdüğünden, uçları çamura bulanmış botlarıyla sürekli göz göze geliyor, annesinin sözleri kulağında yankılanırken, manzara daha da bir komik gözüküyordu gözüne..


Aslında bu karakışta onu çağıran şeyin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Lise yıllarından kalma bir mekanın özlemiydi bu.. Üniversite dersleri olanca ağırlığıyla gelip hayatının orta yerine yerleşince, eskiden kalma çoğu alışkanlık, yerini başka başka şeylere bırakmıştı. İşte şimdi anıları tazeleme zamanıydı. O mekanın adı ise: Karanfil Pasajı.. Hem lise, hem de dershane hayatından en yakın arkadaşı olan Handan'la, az çiğnememişlerdi bu kaldırımları.. Haftada birkaç kez dershane çıkışı otobüse binmeden önce, bu pasaja gelirlerdi. Pasaj içine, envai çeşit takının bulunduğu gümüşçülerle, her tür birinci ve ikinci el kitabın bulunabileceği sahaflar hakimdi. Handan'ın ilgisini daha ziyade gümüşçüler çeker, her gidişlerinde bir gümüş yüzük ya da küpe almadan çıkmazdı. Yıllar sonra bir bankacı olduğunda da, bu gümüş merakından vazgeçmeyecekti. Onun ilgi alanında ise kitaplar vardı. Sıra sıra kitapların dizili olduğu rafları, adeta, küçük bir çocuğun, rengarenk şekerlerin dizili olduğu şekerci dükkanının vitrinini izlemesi gibi izlerdi.


Aslında Karanfil Pasajı, içeriden bir kapıyla, hemen yanıbaşındaki Birlik Pasajı'na bağlanmaktaydı. Kitapçıların bulunduğu yer de orasıydı. Ama diğeri daha fazla nam yaptığından, bu iki kardeş, sadece birinin ismiyle anılır olmuştu.


Kimi zaman birinci, kimi zaman ikinci el kitaplardan satın alır, mekanın raconu gereği, çoğu kez okuduktan sonra getirip başka kitaplarla değiş tokuş ederdi. Tuhaftır ama, eski püskü ikinci el kitaplar daha çok ilgisini çekerdi. Onlara başka eller değmiş, satır aralarında dolaşmış, sayfalarını çevirmiş ve başka gözler üzerinde gezinmiş olduğundandı belkide.. Sadece bir bedene, bir cisme değil, aynı zamanda bir ruha da sahipti onlar.. Kapaklarını açtığında, kendisini fantastik bir öykünün içinde bulacakmış, kendisiyle konuşacakmış gibi bir intiba uyandırırlardı. Kimi zaman içlerinde kurşun ya da rengi soluk tükenmez kalemle yazılmış, çizilmiş şeyler olurdu. Bir duygu ifadesi, bir sıkıntı hali, bir düşünce yansıması.. Gaipten gelen bir ruhun, kendisiyle iletişim kurması gibi birşeydi bu.. Heyecana kapılır, okurun ruh hali hakkında türlü çıkarımlar yapmaya çalışırdı.

Neredeyse varmak üzereydi. İşte, bu tipili bulanık havada, karşıdan, bir canavarın açık ağzı ya da sırlarla dolu bir mağara gibi gözüken şu karaltı, pasajın girişiydi. Basamakların başında, postal bozması botlarını yere vurarak iyice çırptı. Koşar adım indi merdivenleri.. Karanfil'i, gücenmesin diye şöyle bir vitrinlerine göz atıp geçtikte sonra, gizli bir geçide girer gibi araladı kapıyı.. İşte hepsi karşısına dizilmişler, bu tanıdık gelen simaya 'hoşgeldin' der gibi bakıyorlardı. Şiir, roman, felsefe kitapları, bestseller'lar... yıllar öncesinin dergileri bile mevcuttu burada..

En baştaki dükkandan içeriye daldı. Orta boylu, hafif kilolu, saçlarının boyası gelmeye yüz tutmuş bir kadın, okumakta olduğu kitaptan başını usulca kaldırıp, gözlük camlarının üzerinden kendisine baktı. Burada, zaman ağır adımlarla ilerlemekteydi sanki.. Böyle bir hazineyi saklamak, zor zanaatti ne de olsa.. Buranın kokusuna bile bir ağırlık hakimdi.

"Buyrun, neye bakmıştınız?.." diye sordu kadın... "Aslında vaktim olsa, hepsine tek tek bakmak istiyorum" diye yanıt verdi gülümseyerek.. Kadın, aynı tebessümle karşılık verdi. 'Her gün kaç çeşit insanla karşılaşıyor kim bilir?..' diye geçirdi içinden.. 'Hala tebessüm edebilmesi ne güzel..'

Kadın, kendisini serbest bıraktığını belli eder bir tavırla, hiç orada yokmuş gibi, tekrar okumakta olduğu kitaba eğildi. Bu sırada gözleri, pembe renkli, ince bir kitaba takıldı. Eline aldığı kitabın kapağında bir geç kız resmi vardı ve şöyle yazıyordu:


"SANA GÜL BAHÇESİ VAADETMEDİM"


Bu isim, adını koyamadığı tuhaf korkuları davet etmiş olacaktı ki, kitabı aldığı gibi yerine koydu. Saçma sapan bir endişeye kapılmıştı. Ümit Yaşar Oğuzcan serisinden bir şiir kitabı ve ikinci el bir dünya klasiği alıp çıktı. Ama bu kitap, adeta gün yüzüne çıkacağı zamanı bekleyen bir kara büyü gibi, bilincinin gizli dehlizlerinde yer bulacaktı kendine..

Gül değil ama, hayalleri ona vişne bahçeleri vaadediyordu. Vişne bahçeleri ise zeytin karası gözleri.. Bir manzara beliriyordu önünde.. Bir tepenin yamacında, bahçe içine kurulu küçücük bir ev.. Bahçe içinde bir beyaz araba.. Akşamüzeri o bahçede gezinen bir siluet.. Aynı vişne dalına uzanmış iki ürkek el.. Arabanın dikiz aynasından, arka koltuktaki gözlere kaçamak bakışlar.. Vişne dallarının altında birbirine bakamayışlar.. Kan kırmızısı vişne lekeleri.. Gecenin bir yarısı, ab-ı hayat gibi vişne suyunu kafaya dikiş.. Vişne zamanları..

Vaadler yerine getirilmemek üzere veriliyordu çoğu zaman..

"..ya hayat bana vişne bahçesi vaadetmemişse" diye iç geçirdi. Bunu öğrenmeye hazır değildi henüz.. Yıllar sonra, bir vişne zamanı, alakasız bir nedenle, bu kitabı ve karanlık bir kuyu gibi içine düştüğü o gözlerde saklı vişne bahçesi vaadini tekrar hatırlayacağından ise henüz habersizdi.

Bir gece yarısı, okumaya artık hazır olduğunu hissedip, o kitabı tekrar bulmaya karar vereceğinden de...

..............

muamma




seçimlerimizi biz mi belirliyoruz?

yoksa

seçimlerimiz mi bizi?

23 Ağustos 2008 Cumartesi

çekilmiş sularda



dudağımda yarım kalan
söylenmemiş son sözümdür
baki olsa da ayrılık
aşk her daim ölümsüzdür...


"..benimle oynar mısın?.." diye sordu delikanlı..
öznesi, yüklemi ne özel bir soruydu bu.. genç kız dünden hazırdı.. sormak aklına bile gelmedi, "ne oynayacağız?" diye.. hayat zaten çetin bir oyun değil miydi?.. o anda aklından çocukluğu geçti.. güvercinlerin yuva yaptığı o tavanarasına gidiverdi birden.. tarihi meçhul zamanlardan kalma deve çanlarının saklı olduğu, bir tuhaf kokan o tozlu çatı katındaydı.. delikanlıyı elinden tutup, tahta merdivenlerden yukarı çıkardı..
bir ebe lazımdı bu oyuna.. sobelemek için.. ve yanması lazımdı birilerinin.. yanması ve ebe olması.. "ben yanarım.." dedi kız ..
"saklambaç" dedi delikanlı.. en uygun oyun bu.. "ben hep saklanacağım, sen beni bulacaksın.." olur dedi kız.. "ben seni bulurum.."
güvercinler ürküp havalandı birden.. yerden yığınla toz kalktı, genizlerini yakarak.. öksürürken, bir yandan da birbirlerine bakarak gülüyorlardı.. yıkık dökük bir balkon vardı çatı katında.. küçük yuvarlak bir cam.. ve küçücük bir balkon.. "oraya çıkma" dedi kız.. düşersin.. sakın çıkma.. ve arkası dönük saymaya başladı.. "100, 99, 98.." bir geri sayım başlamıştı takvimlerin yapraklarında..
kaçtı delikanlı.. en akla gelmedik yerleri aradı saklanmak için.. boş varillerin içinde, çıt çıkarmadan, kızın gelip kendisini bulmasını bekledi.. yalnızca kendi nefes alıp verişini duyabiliyordu..
çatı aralığından çizgi halinde ışık süzülüyordu içeriye.. yarı karanlık içinde, parmak uçlarında yürürken, dengesini kaybetti kız.. ayağı yerde duran kocaman deve çanlarından birine takıldı.. sendeledi.. çan, sessizlikte ürkütücü bir ses çıkararak ters döndü.. delikanlı çıktı yerinden.. kızın elinden tuttu.. "yeter artık" dedi.. bitsin bu oyun.. "bitmesin" dedi kız.. oyun biterse, sen gidersin.. başka bir oyuna ne dersin?..."sen gidersen....." kelimeler boğazına düğümlendi... "gitme.." diye fısıldayabildi ancak..
öyle bir şeydi ki bu yaşadıkları.. oyun, bir öykünün satır aralarına gizlenmişti.. öykü ise bir rüyanın içinde görülmekteydi..
bazı rüyaları anlatmak uğursuzluk getirirdi.. anlatmadılar kimseye..
çocuk oldular.. ve sonu başlangıcında gizli bu hikayeden, paylarına düşen ne ise, hiç bitmeyecekmiş gibi yaşadılar..
ömrümüzün son demidir
dönülmeyen o vedalar
kuşatıldık zor yıllarda
yarım kaldı hep o sevdalar
sevda ve veda.. birbiriyle bağlantılı bazı kelimeler vardı ki.. ironik bir biçimde kafiye kuruyorlardı birbirlerine.. sanki yazgıları birmişcesine..
gülmenin ağlamaya çok benzediğini öğrendi genç kız.. duygu yoğunluğuydu her ikisi de.. farklı kutuplarda iki coşku haliydi.. gülerken bile gözlerinden yaş geldiği için böyle düşünüyordu belkide.. kazanmakla kaybetmenin, kimi zaman iç içe geçebildiğini biliyordu.. biliyordu ama, her yokluk ölüm değildi.. zaman neler getirecekti kim bilir?..
sadece oyun arkadaşını değil, oyunlarını, oyuncaklarını, o tozlu tavanarasını, deve çanlarını da kaybetmişti.. nerdeydi onlar şimdi?.. kimler oynuyordu onlarla?.. ya o?
bazen sonu gelmez sorular geçiyordu aklından.. "onu kimler aldı, kimler öpüyor onu?.." o başka başka oyunların içinde.. bense fasülyeden..
özlem, kucağına aldığı küçücük bir çocuktu henüz.. büyüyecek, kocaman fettan bir kadın olacak, kırmızı ojeli uzun tırnaklarını acımasızca tenine batıracaktı.. özlemi büyütecekti içinde.. sol yanında saklayacaktı.. sızım sızım sızlayan bir yara olacaktı.. içten içe kanayacaktı bazen..
aşk.. bu sokakta oturmuyordu artık.. sözlükten silinmiş 3 harfti sadece.. onunla birlikte ortalıktan kaybolmuşlardı.. 'a' yaramaz çocukların sapanıyla vurulmuştu.. 'k' ise fiili meçhul bir fail olarak komada.. kala kala 'ş' kalmıştı elinde.. d ve ü'yü tamamlayarak, düş'ü oluşturmak üzere..
onsuz düşü ne yapacağını düşündü genç kız.. ve düşlerini satılığa çıkarmaya karar verdi.. tirajı yüksek bir gazetenin, alacalı ilan sayfalarına sıkışmış 2 satır:
"satılık düşler.. bayandan.. az kullanılmış.. "
hatırla sevgili, o eski günleri, çocuklar gibi
varsın eller gönül yarası kapanır sansın..
kabuğun altında sevgili
sen kanayansın..
alıcı çıkmadı düşlere.. daha doğrusu çıktı ama, fiyat biçemedi genç kız.. düşleri anılarıydı.. saniyelik, dakikalık anları, tüm ömrünü kaplamıştı.. ömre paha biçilir miydi hiç?..
..ya bu hikaye?.. birgün yazmaya kalksa, kelimelere sığar mıydı?..
küçücük bir kelimeyle.. bir şarkıyla.. bir şiirle başlayan bu ömürlük hikaye, bir gün gelip, anlatılabilir miydi?.. birbirlerine bile anlatamamışken.. harfler yetersiz kalmışken, sayfalara sığabilir miydi?..
çok zordu bu.. tüm kelimelerini bir bez torbaya doldurdu genç kız.. o eski tavanarasının yolunu tuttu.. gözleri dolarak çıktı merdivenleri.. son basamakta durdu.. "oynadık mı biz senle?.." diye sordu içinden.. "gerçekten oynadık mı?.." ??? "mızıkçı seni!.. daha sırada evcilik vardı.."
herşey yerli yerinde duruyordu.. deve çanları, boş variller, köşedeki tahta sanduka.. hesap sorar gibi bakıyorlardı genç kıza.. bir suçlu gibi ezik, yürüdü.. "ihtimallerimi kaybettim.. bakmayın bana öyle" dedi.. size arkadaş getirdim.. söylenmemiş tüm kelimelerim, harflerim, hecelerim.. hepsi bu torbanın içinde.. ihtiyar sandukanın kapağını açtı.. içi bomboştu.. hepsini zar zor tıktı sandukaya.. hemen kapadı kapağını.. evladını tabuta koyar gibi içi acıdı.. "bunlar size emanet" dedi.. "belki bir gün sahibini yine görürsem.. yine oynarsak bir yerlerde.. yine çocuk olursak bir rüyanın içinde.. belki almaya gelirim.. belki'siz yaşanmaz.."
nefessiz kalmış gibiydi.. bir zamanlar korktuğu o balkon, çok masum göründü birden gözüne... çıktı, derin bir nefes aldı.. güvercinler, tuhaf sesler çıkararak, bir konup, bir kalkıyorlardı çatıdan.. hayat devam ediyordu, hiçbir şey yokmuş gibi.. hiçbir acıyı umursamıyordu hayat..
gözlerini kaçırarak geçti tavanarasından.. hızla indi merdivenleri.. ardına dönüp bakmaya gücü yoktu...
"belki..." dedi içinden..
"belki, sonsuza kadar sizi göremem.."
"ya da belki,
bu oyun hiç bitmemiştir..
yarım kalmış bir cümledir bu hikaye, sonu üç noktayla biten...
..ve belki bir gün, yeniden karşılaşmak kısmet olur da.. emanet kelimelerimi alırım sizden..
bir zaman ve bir mekan bulurum, kendi ömrümce..
..ve anlatmaya çalışırım, gücümün yettiğince.."
.......

22 Ağustos 2008 Cuma

sarkıt

"bugün

geri kalan ömrümün

ilk günü.."


her sabah
bu sözü içimden tekrarlayacağıma dair
sana söz veriyorum
ömrüm..
.......
dünlerce düşlerim için
söz veriyorum..

12 Ağustos 2008 Salı

sezen




İncindim,


incitildim derinden


Terkettim kendimi


Tesadüfen karşılaştım içimde


Kendimle yeniden


Bir minicik kız çocuğu bak


Duruyor orada hâlâ


Anlatamam gördüklerimi


O neşeli çocuğa


Artık beni asla yaralayamaz


Hayat eğer istemezsem


Yıllar beni kolay yakalayamaz


Ben durup beklemezsem


(..mı acaba?.. )


bir de,


sertab mı, sertap mı?..:b


haydin bana eyvallah... dönüş gününe kadar.. :)





ağustos'ta yağmur


ansızın çıkageldin..
çok özlemişim seni..
kokunu çektim içime doyasıya..
hayatta en sevdiğim o kokunun,
aslında sana ait olmadığını fark ettim..
ellerimde poşetler.. bir çocuk parkında buldum kendimi..
çöktüm bir bankın üstüne.. doya doya ıslandım..
öyle ahmak ıslatan da değildin.. adamakıllı yağıyordun..
sanki birilerine öfkelenmiş de, hırsını bizden çıkarır gibi..
öfkeli, gürültücüydü gökyüzü...
birkaç saat önce dolup taşan o parkta..
bomboş kalmış ıslak salıncaklara takıldı gözüm..
tuhaf bi' hüzün çöktü içime..
kokun diyordum.. yağmur..
bankta otururken düşündüm..
hep "yağmur kokusu" deriz..
halbu ki o koku, senin ıslattığın toprağın bağrından fışkırır..
hayrete düştüm..
bildiğin bir şeyi ilk kez anlar gibi..



ne sen tek başına veriyordun o kokuyu..
ne de toprak..
ancak ikiniz bir olunca..
ikiniz..



......................
















11 Ağustos 2008 Pazartesi

duvar

"..dünya saçmadır.. "

ne için yaşar insan?.. aslına bakarsam, hayatlarımızı bu düzenin bozuk çarklarından kurtarmak için çırpınıp durduğumuzu görüyorum.. ne yaparak?.. şiirle, yazıyla, sanatla, edebiyatla.. bir çocuğu hayata hazırlayarak.. bir hayvanı besleyerek.. kendimizce "güzel" olan ne varsa.. "insan" olmanın farkını ortaya koyabilmek için, hayata birşeyler katabilme çabasında.. taş duvar değiliz.. düşünerek, duyumsayarak, hissederek de olsa, hep bilinçli ya da bilinçsiz bir "eylem" içindeyiz..

ama hayat, salt beyaz değil ne yazık ki.. bu saçma dünyaya bir avuç anlam katabilmek için çabalarken, kendim duvar olmasam da, hem mikro, hem de makro organizmanın saçmalıkları, beni götürüp Sartre'ın Duvar'ına çarpıtıyor..

seçim: olmak ya da olmamak arasında.. ortası yok..

yaşatmak ya da öldürmek.. susmak ya da konuşmak..

irade sahibi zavallı insan!.. öngörülemeyen seçimlerinle, şeytanın ta kendisi olmaya namzetsin..

durup düşünüyorum bilinçsiz bir eylemin içinde:"..dünya saçma/ mı?.."

değil mi?..

o vakit, neden Osetya'da çocuklar ölüyor?.. neden suçsuz günahsız insanlar, evlerini, yurtlarını terk etmek zorundalar?.. ne günah işlediler?.. ödedikleri bedel, neyin bedeli?.. biri bana bunu açıklayabilir mi?.. mantıklı bir açıklama olsun ama..

mantık denilen şey de, kendi saçmalıklarımıza bir tutarlılık katabilmek adına uydurulmuş bir kılıf, bir yanılsamadan ibarettir belki.. bunca saçmalık üzerine kurulu bir düzenekte, hangi mantıktan söz edeceğiz?.. akıl, mantık vs.. acının karşısında öyle komik kalıyor ki bazen.. sadece acıyı dindirmek için bir kalkan vazifesi görürken özellikle de.. "böyle olması gerekiyordu.. oldu.." oh ne ala..

kolu kopan bir insanın, sadece kolu acımaz.. canı acır.. heryerini sarar o acı.. dünya denilen bu makro organizmanın bir tarafları yanarken, kanarken, koparken.. acı-yorum.. sessizce.. sadece izleyerek..

..ve insanlıktan istifamı vermek istiyorum.. mümkünse..