23 Eylül 2008 Salı

geçiş

Bu sabah paslı bir güne uyandım. İnsanın üzerine yapışan bir grilik, bir pas tadı vardı havada.. Nem desem nem değil, gam desem gam değil. Bulutlar da kararsız ne yapacağına.. Ben de.. Uzun zamandır ilk defa, yağmurun altında şemsiyesiz kalmak korkuttu beni.. Islanmaktan korktum. Her mevsimin yağmuru bir değil.. İlkbaharda umut serper gökyüzü.. Sonbaharda hüzün.. Yağmur aynı yağmur belki ama, tadı farklı.. Gökyüzü mavi değil de başka bir renk olsaydı nasıl olurdu acaba?.. Yeşil, sarı, kırmızı, mor, rengarenk bir gökyüzü.. Hani derler ya, su şeffaf olduğu halde, göller, denizler, okyanuslar neden mavidir ? Gökyüzünün mavisinin yansımasıymış sadece.. Peki gökyüzü neden mavi?.. Bilimsel bir açıklaması vardır elbet.. Ya da üzerinde durulmaması gereken tesadüflerden biridir yalnızca..


Böyle havalarda sonsuz bir uyuma isteği duyuyorum bazen.. Yani sonsuza dek uyumak.. Üzerime bir ağırlık, bir üşengeçlik çöküyor. Mevsim değişikliklerine adapte olmakta güçlük çekiyorum. Esasında bunu da şuna bağlıyorum.. Eskiden "bahar" diye bir mevsim vardı. Şimdi sadece adı kaldı baharın.. "İlk" ve "Son" sıfatları bir de başında.. İşte bu bahar mevsimi, insan doğasını da, kainatı da mevsim geçişlerine hazırlıyordu. Kendi kendini programlıyordu organizmalar, gözle görülmeyen bir hazırlığa koyuluyordu. Ama şimdi dengesi alt üst olmuş tabiat, kıştan direkt yaza, yazdan da direkt kışa geçiyor. Birkaç hafta önce tişörtlerle yanarken, şimdi kabanla donuyoruz. Mevsimlik kıyafetleri giymek bir türlü kısmet olmuyor zaten..

İşte böyle..

....
Bir bankta oturup saatlerce yerdeki sarı-turuncu yaprakları seyretmek istiyorum. Kimse bana dokunmasın, kimse kaldırmasın yerimden.. Bir tuhaflık var üstümde son zaman.. Bir geçiş dönemi mi ömrün acaba?.. Daha önce hiç aklıma gelmedik soruları soruyorum kendime.. Cevaplarını bulamıyorum çoğu zaman.. Bir ben miyim acaba?.. Herkes kendi yalnızlığında savunmasız mı bu kadar?

Ne çok şey gizli kalıyor hayatta.. Derin olduğu derece saklı oluyor bazı sözler.. Sessizlik değil, sözsüzlük oluyor iki nefes arası.. Suskunluk oluyor kabul ediş mesafelerinde.. Yokluk değil ama.. Vardan yok olmak kolay değil o kadar.. Söylen(e)memiş sözlerin ağırlığı çöküyor söylenenlere.. İç çekiş salisesinde insan kendisiyle karşılaşıyor bazen de.. İlk defa görmüşcesine..

Baharlar da geçer kendi döngüsünde.. Sebepsiz ağlayışlara gark ederek gökyüzünü.. göz yüzünü.. Belki bir "hatırlama" anıdır durulan.. Kıştan ya da yazdan kalma değil.. Bugünde geçirdiğin bir aldanış.. "ne değişirdi?/hiçbir şey".. cümlesine gider eller.. Bilinmezliğin cazibesi ve korkusu eşliğinde.. Çok uzaktan gelir ses.. Ses olduğunu duyarsın sadece.. Ne dediğini asla anlayamazsın.. Tanıdık bir tadı algılarsın sadece.. Adını hatırlarsın bir de..



Kente yalnızlık gelirdi sen uyuyunca
Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında
Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi
Aşkın içimde solardı adın Bahar'dı

Eteğini koştururdun sokağımızda
Sokak sus pus olur sana bakardı
Bilmezdin gizliden izlediğimi
Gözlerim gözlerinden korkardı
Hatırlıyorum adın Bahar’dı
Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin
Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin
Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi
Yüreğim yol boyu ardından ağlardı
Hatırlıyorum adın Bahar’dı.
Yılmaz Erdoğan

1 yorum:

...ve], dedi ki...

en çok sevdiğim mevsimdir sonbahar ki aylardan eylül... aldatıcılıktan uzaktır,ne sen kendini aldatırsın nede bir başkası seni,gerçekleri sunar kendini bulursun,sarar ,sarmalar yere düşen yapraklar,dallarını eğsede koca çınar bilirsin ki kökleri suyu her daim arar bu koca baharında:)