21 Eylül 2008 Pazar

yazar, ne yazar ne yazamaz..

Yıllar ve de yıllar önceydi. Hayalimde, büyümüş, adam (pardon kadın:)) olmuş bir ben vardı. Bir masanın başında, gözlüklerim burnumun ucuna düşmüş, ellerim daktilonun üzerinde makineli tüfek gibi bir sağa, bir sola gidip geliyordu. Bilmem kaçıncı romanımı bitirmeye uğraşıyordum kuvvetle muhtemel.. Yani hayaldeki mütevazilik o derece ki, roman değil, romanlar ve hatta seri romanlar yazacak mertebeye erişmişim. Peh!.. :) Yazı yazma aracının daktilo olarak kurgulanmış olması da, içinde yaşadığımız zaman dilimi itibariyle komik kaçıyor tabi.. Kim derdi ki günün birinde internet denilen meret icad olacak ve bendeniz hayalimdeki yazardan biraz daha genç yaşlarda, yazar olarak değil ama "yazan" olarak bu dünyada bulunacağım. Evet yazan olarak.. Yani ordan burdan, kıyıdan köşeden, hayata dair bir şeyler karalayan bir şahıs.. Hayali yazarlık kariyerim açısından geldiğim nokta bu ne yazık ki.. ve planlarla kıyaslandığında tam bir fiyasko..:)

Konu ben değildim aslında.. O yüzden hayaller ve acı gerçekler kısmını geçsem iyi olacak.. Demek istediğim o ki, yazarlık gerçekten yetenek işi.. Öğrenilmiyor ve öğretilmiyor. Bir okulu falan da yok bunun.. Hatta bir insan yazı yazmaya yetenekliyse, işi gücü bırakıp, tüm mesaisini bu işe ayırmalı bence.. Yani başlı başına bir meslek olmalı yazarlık.. Gerçi belli bir noktayı aştıktan sonra, gerçek mesleği ne olursa olsun, "yazar" olarak niteleniyor insan.. ve o sıfat ömrü billah kalıyor üstünde, o da ayrı bir konu..

Bana göre bir yazar, aşağıdaki vasıflardan en az bir ya da birkaçına sahip kişidir.

-İyi bir gözlemci

-Hayal dünyası sıradan insanlarınkinden farklı

-Olayları kurgularken mantık örgüsünün dışına çıkmayacak kadar asgari zeka seviyesine sahip

-Mizah duygusu gelişmiş

-İçinde yaşadığı toplumun sorunlarına duyarsız ol(a)mayan

-Aynı zamanda evrensel meselelere de yabancı kal(a)mayan

-İnsan doğasını iyi tanıyan

-Yaratıcı (Olmalı ki, tıpkı ilahi kudretin 'kader' senaryosuyla bizim için yarattığı sürprizler gibi, kendi yarattığı karakterler için akla hayale gelmedik sürprizler kurgulayabilmeli..)

-Toplumda tabu olarak kabul edilmiş meseleleri dile getirmekten çekinmeyen

-Tarih bilincine sahip

-vs...

...


Sadece ilk etapta aklıma gelenleri sıraladım. Bu listeyi uzatmak mümkün elbette.. Yani kısacası, bizim gördüğümüzden başka şeyleri görebilen, duyabilen, hissedebilen özel insanlardır yazarlar.. Aynı dünyada yaşayıp, aynı havayı soluyor olsak da, onların dış dünyadan bağımsız, kendilerine ait başka bir dünyaları vardır. Yaptıkları bir hayata getirme işidir. Doğum gibi sancılı bir süreçtir. Kimi zaman uykuları kaçıran, yere göğe sığdıramayan bir eylemdir.

Yazarın bir karakteri var edebilmesi, onun gibi düşünüp, onun gibi hissedebilmesi için, zaman zaman kendisi olmaktan çıkıp, o karaktere büründüğünü ve o karakterle empati kurarak, olaylar karşısında vereceği tepkiyi kestirmeye çalıştığını düşünürüm. Aslında karakterler de, olaylar da bizzat hayatın içinden fışkırmışlardır. Her yazar ister istemez kendi hayatından ve şahit olduğu hayatlardan izleri eserine taşır. Bu yüzden çoğu okurda bazen, "acaba burada yazar kendisini mi anlatıyor?" gibi sorular ya da " aa! sanki beni anlatmış" gibi hayret nidaları yükselir. Çünkü, okuduğumuz şeyin mayası insan, hamuru ise hayattır. Karşımıza geçip, tuttuğu aynada kendimizi görmemizi sağlayan, ve hatta algılarımızın dışına çıkarak, farklı boyutları da algılayabilmemize yardımcı olan, 4 boyutlu bir yaşam insanıdır yazar.. Her birimizin aslında bizzat içinde olduğu, düşündüğü, üzüldüğü, sevindiği şeyleri, ortak bir dil geliştirip anlatabilendir.

İşte tüm bu gerekçelerden ötürü, yazar herşeyi yazabilmeli.. Hatta "yazan" da yazabilmeli.. Konuşulmadık, yazılmadık hiçbir şey kalmamalı bu dünyada.. Yazı düşüncedir.. duygudur.. sözdür.. Ne duyguya, ne düşünceye, ne söze, ne de yazıya gem vurulamaz.

Hiç yorum yok: